Geçen eylülden beri bakmıyorum bu çekmeceye. Off toz olmuş içi. Arkada olmalı günlüğüm. Acaba kaç yaşındaydım bu defteri annem bana aldığında. Ortaokula yeni başlamıştım galiba. O zamanlar ortaokul başka bir dünyaydı. Annem, ¨Büyüdün artık, önceleri işe giderken birlikte çıkarız. Durağa kadar yürürüm senle. Alışırsın sonra, beni istemez olursun yanına zaten,¨ demişti gülerek. Haklı da çıkmıştı. ¨Sen çık önden, benim vaktim var daha,¨ deyip eteğimin belini iki kez kıvırdım bu sabah o gittikten sonra. Bir üst sınıftaki kızlar tuvalette yanaklarını sıkarak allandırıp, saçlarını düzeltip, sütyenlerine tuvalet kâğıdı koyup, eteklerini kıvırıyorlar. Bugün ben de onların yanında düzelttim eteğimi, belini de onlar gibi kıvırdım. Ama bakmadılar bile yüzüme. Acaba saçım iki örgü diye mi dışlıyorlar beni?
Hep aynı saatteki otobüse binmeyi severdim. Ahmet’i ilk defa eve dönerken otobüste görmüştüm. Utangaç gülümsemesi ve parıldayan gözleri bugün gibi aklımda. Ayakta, kapıya yakın bir köşede dışarıyı seyrediyordu tek başına. İki yaş büyüktü benden. Ertesi sene liseye başlayacaktı. Lise caddenin diğer tarafında, denizin kenarındaydı.
Annemden, ne çok çalıştığından, tek çocuk olmanın sıkıcılığından, tek çocuk olmanın keyifli yanlarından, babaannemin annemi hiç sevemediğinden, babamın o yüzden bizi terk edişinden ve bana kendini affettirmek için her gelişinde hediyeler getirmesinden bahseder dururdum. Beni dinlerdi. Hatta bazen soru bile sorduğu olurdu. Yine de ailesiyle ilgili hiçbir şey anlatmazdı. Annesinin okulda hademelik yapan Zeliha Teyze olduğunu utanarak söylemiş ¨Sakın gidip onunla konuşma ama, sınıftakiler anlarsa ona da bana da eziyet ederler,¨ demişti. Babasından hiç bahsetmiyor. Hafta sonu doğum günüm için babamın getirdiği kitap setini anlatınca, sanki konuyu değiştirmeye çalıştı. Gözleri buğulandı, aniden aklına yapması gereken bir şey geldi ve koşarak sınıfına gitti. Teneffüs daha yeni başlamıştı oysaki.
Annesine bile onu tanıdığımı belli edemiyordum, kadın bana selam falan verir bir şey sorar, sonra da Ahmet kızar diye. Ama içimden bir ses onun beni yalnız başıma koridorlarda Ahmet’e rastlar mıyım diye dolandığımda gözetlediğini söyler, beni sevmiyor, oğluna yakıştıramıyor diye düşünüp üzülürdüm. Karşılaştığımız zamanlarda ona çok saygılı davranırdım.
Matematiği çok kuvvetliydi. ¨Nasıl hep on alıyorsun bu sınavlardan, doğruyu söyle, annenin anahtarını alıp sınavları mı çalıyorsun öğretmenin dolabından?¨ dediğimde çok kızmıştı. Sevgili Günlüğüm, iki haftadır onu göremiyorum. Ne otobüse biniyor ne de teneffüslerde yanıma geliyor. Beni görünce başını çeviriyor. Sonunda en sevdiği peynirli poğaçalardan yaptırmıştım anneanneme gönlünü alabilmek için. Poğaçalar çantamda, otobüste onu aradı gözlerim o sabah. Çok kalabalıktı gidemedim yanına. İndiğimdeyse çoktan kaybolmuştu. Ben de sınıfının önünde dolanmaya başladım elimde poşetle. Kaş göz edip merdivenlerin orada buluştu benimle mecbur. Kimse görmeden aldı poğaçaları, ¨Bir daha bana hırsız deme,¨ dedi. Sonra ekledi: ¨Sınıfımın önüne de böyle gelip bekleme beni. Yeterince uğraşıyorlar zaten. Bir de senin yüzünden düşmeyeyim dillerine.¨
¨Tamam, tamam kızma. Hırsız da demem, sınıf önlerinde de beklemem. Ama bir şartla. Öğlen arka bahçedeki asma ağacının altındaki bankta yiyelim sandviçlerimizi. Anlaştık mı?¨ Sonunda güldürebilmiştim onu. Tamam der gibi başını salladı. ¨Hırsız deme yeter. Öğlen için bir elma almıştım evden. Onu da paylaşırız,¨ dedi gözlerinin içi gülerek. Bilmiyordum o zamanlar babasının hırsızlıktan hapiste olduğunu; yalıdaki para eden mücevher, para ne bulduysa aldıktan sonra her şeyden habersiz uyuyan karı kocayı kurşunladığını.
Günlüğün sayfalarını hızla çeviriyordum. Orta ikinci sınıfta Ahmet’in yardımıyla matematiğimin nasıl düzeldiğini hatırladım, satırlarda göz gezdirirken. ¨Bak şimdi kesirlerde önemli olan paydadır. Ona çok dikkat et, hele toplama ve çıkarmada.¨ Hava güzelse asma ağacının altında, yağmur veya rüzgar varsa okulun bodrum katındaki eski soyunma odalarının önünde, rutubet kokusundan zor durulan holde çalışırdık. Bir iki kez eve davet etmeye çalıştım ama, ¨Okul sonrası olmaz, işim var,¨ deyip kestirip atmıştı. Onu dinlemezsem, aynı soruya iki kere yanlış cevap verirsem, itiraz etmeye kalkarsam çok kızdığından hiç sesimi çıkarmadan söylediği her şeyi beynime kazımaya çalışırdım. Bugün matematik çalışırken bahçede gözlerine, kalem tutan ellerine dalmışım. Fark etti bu sefer. Önce kızardı, sonra kızardığına bozuldu: ¨Gidiyorum ben, boşuna anlatıyorum bunları, dinlemiyorsun ki,¨ diye bağırdı. Çok korktum gerçekten bırakıp gidecek diye. Hemen çantamdan iki dilim kek çıkarttım. Gülümsedi. Keki alırken elimi tutar gibi oldu. İki ısırışta bitirdi. Anneannemin en güzel tariflerini öğrenip poğaçalar, kekler yapardım Ahmet’e. Teşekkür için başka bir şey kabul etmemişti. Hem matematiğim hem de mutfak marifetlerim çok gelişti o sene.
Hafta sonları çoğunlukla evde, bazen anneannemde yalnız ve sıkıcı geçerdi. Okulda da yalnızdım aslında. Ama onu görebilme ihtimallerine bile aşıktım. Sabah erken kalkmak, bahçede koridorlarda onu aramak, derslerde zil çalınca aynı anda aynı koridora çıkacağımızı bilmek, evde somurtmaktan iyiydi. Yaz tatili yaklaşıyor, nasıl görüşeceğim Ahmet’le? Görmezsem ölürüm. Düşünmeliyim, iyi düşünüp bir çözüm bulmalıyım. Telefonunu olmadı adresini öğrenmeliyim.
¨Kardeşin var mı Ahmet?¨
¨Ne yapıcan kardeşimi?¨
¨Ne bileyim okullar kapanınca onu parka götürmek için buluşuruz belki. Seni okul dışında hiç göremiyorum. Deniz kenarında da buluşabiliriz, belki bir kafede? Salıları mesela. Temizliği bahane edip kolayca çıkabilirim evden salıları. Merak etmez annem o gün beni bulamayınca evde.¨
¨Başka işin yok mu yazın? Yazlığa falan gitmiyor musun? Bizim sınıfta herkes ya tatile ya da yazlığa gidiyormuş. Öyle konuşuyorlar.¨
¨Babaannemin yazlığı var. Biliyorsun ama o annemi sevmiyor, ben de onu sevmiyorum. İstemiyorum onunla kalmayı. Belki bir hafta sonu, babamdayken gideriz. Anneannemse hep burda, köye bile gitmez. Kalmamış oralarda kimse, öyle diyor. Annem desen çalışıyor zaten. Eylülde kullanıyor iznini. Okullar açılınca gidiyor bir hafta tatile. Daha ucuzmuş.¨
¨Ya sen? Seni götürmüyor mu?¨
Acı acı gülümsedim o günü düşünürken. Annemle hiç tatile gitmemiştik. Ben pahalı bir hataydım, yüklenmek zorunda kaldığı, atamadığı, kurtulamadığı. Babam ancak önüme yemek koyacak, yılda bir ayakkabı, okul için mont ve çanta alacak kadar nafaka ödüyordu. ¨Evlenirken en önemli şey seçeceğin adamdan çok ailesi. Benim gibi hatalar yapma. Sonra karnında çocuk sokakta bulursun kendini. Başta istenmeyen, hiç istenmez. Büyüyünce istediğin gibi gez, tatile git. İnsan hayata bir kez geliyor,¨ derdi hep.
Arada günlüğüme okuduğum kitapları, onlardan bazı alıntıları, beğendiğim ve sevmediğim yanlarını not almıştım. Ne çok okumuştum o yaz. Göremediğim buluşamadığım çocuğun hayaline sırılsıklam aşık olmuştum. Bir iki hafiyelik çalışması da yapmıştım. Okula gittiğim otobüsle ters yönde her gün farklı bir durakta inip, Ahmet’in evini bulmaya çalışmıştım. Nafile ne ona ne de okuldaki hademelerden birine rastlayamamıştım. Ses seda çıkmadı hiç Ahmet’ten. Niye aramadı acaba? Oysa okulun son günü kitaplarının arasına, telefonumla adresimin yazılı olduğu kağıdı sıkıştırmıştım. Bulamamış olamaz. Karnesinin olduğu sayfadaydı.
O günü yazamamışım deftere. Sadece GELMEDİ yazıyor kocaman. Buruş buruş bir sayfa, belli ıslanıp kurumuş defalarca gözyaşlarıyla.
Açıldığı ilk gün büyük heyecanla erkenden gitmiştim okula. Lise daha erken başladığından önceki otobüse binmiştim. Her şeyi planlamıştım. Arkadaşlarını takip edip sınıfını bulmaya çalışacaktım. Ama ne o gün ne ertesi gün geldi.
Koca yaz oturduğu semtin tüm sokaklarında arayıp bulamamıştım onu; şimdi ümidimi de kaybediyordum artık.
Üçüncü gün yine lisenin kapısında bekliyordum. Ellerinde bir gazete bana bakıp duruyorlardı; Ahmet’in eski sınıf arkadaşları. Birbirlerine beni gösteriyorlardı göz ucuyla. Garip bir şey vardı, belli. Ben de onlara bakıyordum, sonra üstüme başıma, saçıma. Eteğimde kan lekesi falan mı vardı acaba? Saçımı da diğer kızlar gibi at kuyruğu yapıyordum artık. Sonra ellerindeki gazeteyi kapının yanındaki banka bırakıp çalan zilin ardından bahçeye girip gözden kayboldular.
Merakla gazeteyi elime aldım. Ön sayfada, sağ alttaki resmi gördüm önce. Yerde yatan kanlı bedeninin üstündeki gazete kağıtlarının arasından Ahmet’in yüzü seçiliyordu. Yanında ayakta polislerin tuttuğu elleri arkadan kelepçeli bir adam vardı. Biraz üzgündü sanki. Ahmet babasına ne kadar da benziyordu. Yerde, onun bedeninin üstüne kapanmış zayıfça bir kadın; Zeliha Teyze. Hıçkırıklar içinde ağıt yakmış. Ağıt resimden çıkıp bana ulaştı. Sanki karşımda gibi, birlikte sallanmaya başladık. Yaşlar gözlerimi terk ediyordu. Elimdeki gazete sırılsıklam oldu.
Günlüğün arasından o küpür düştü boş sayfaya bakarken. Hırsızlıktan hüküm giyen B.T. serbest kaldığı ilk gün eski karısını buldu. Arkadaşından ödünç aldığı silahla kadını vurmak isterken araya giren oğlunu öldürdü.
Günlüğü kapatıp göğsüme bastırıyorum. O gün olduğu gibi hıçkıra hıçkıra ağlıyorum. Sonra yine çekmecedeki en dip köşeye, bir sonraki eylüle kadar tozlu çekmecedeki yerine koyuyorum.
Seçil Erginler
6 Mayıs 2022, İstanbul
Comments